"Savaş, savaş asla değişmez" sözleriyle başlıyordu Jacob'un günlüğü. "insanlık o lanet taş parçasının ucunu sivriltip hemcinsine doğrulttuğu, ona zarar verdiği gün ölüm meleklerinin işleri bir anda artıvermişti. ve hiçbir zaman da değişmedi," şeklinde bahsediyordu jacob günlüğünün sonunda savaştan.
İnsanlığı bu durumlara düşüren, dünyayı adeta bir çöle çeviren silahları ise hiç görmemişti Jacob. Şanslıydı ki görmemişti. İnsanların Gözlerini bir gram küle dönüştürmüş, patlamanın ikinci saniyesinde betona yeni desen haline getirmiş, binlerce yıllık bilgi birikimini adeta on saniyede neredeyse sıfıra indirmiş silahları kim görmek isterdi ki ?
Jacob şanslıydı ki sadece arta kalanları görmüştü. Asıl acıları çekenler dedeleri olmuş, nükleer serpintiden mutanta dönüşmüş, fizyolojileri değişmiş, yeni dünyaya ilk alışanlar olmuştu. Onların tek suçu patlamalardan önce vaultlara alınanlar kadar zengin, güzel, yakışıklı, zeki olmamalarıydı. Onların tek suçu buydu. Hayatta kalmış olmaları, belki de on saniyede ölmemeleri daha sonra düşecekleri durumun öncülüydü. Onlar şanssız şanslılardı. Mutantların kaderi buydu. Dışlanmışlardı. Belki de kurtulmalarının bedeli buydu. Ne süper mutantlar kadar güçlülerdi, ne insanlar kadar elit, güzel ve zekilerdi. Hatta belkide ben de jacob'a rast gelerek aralarından tek zeki mutanta rast gelmiştim.
Ben Kim miyim ? ben taşıyıcı. resmi değilim. Vegasta ise taşıyıcı olduğumu bilen sadece önemli kişiler var. Zaten açığa çıkarsam kendilerinin yanacağını bildiğinden hiçbir müşterim beni açığa çıkarma riskini göze alamaz. Zaten Jacob ve onun hikayesine mesleğim sayesinde ulaştım. Ses ve görüntü kayıtlarına ulaşmam zaten tamamiyle şans eseri gerçekleşti. Ve bunları kaleme almaya, Jacob'un hikayesinin insanların bilmesine değer birşey olduğunu hissettim. Jacob aslında bir mutantın buruk hikayesi. şu anda yazmaya son veriyorum. Ben, taşıyıcı. Jacob'un günlükleri 1. bölüm sonu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder